Yunanistan’ın Jeopolitiği

Yunanistan’ın Jeopolitiği

Yunanistan’ın, yeniden bir veya birkaç büyük güç açısından yararlı bir ülke olma yollarını bulması gerekiyor. Veya, Türkiye ile sürdürülebilir bir barış ortamı yaratmalı ve elindeki jeopolitik araçları kullanarak yaşamını idame

STRATFOR

Yunanistan tarihi boyunca, coğrafya unsuru, hem bir bereket hem de bir lanet olarak işlev görmüştür. Berekettir; çünkü denize erişimin ve engebeli topografyanın bileşkesi sayesinde, Avrupa’nın Antik tarihinin önemli bir kısmında Yunanistan’ın “malum Batı dünyasına” egemen olmasını sağlamıştır. Antik dönemde, deniz kıyısına konumlanıp ticarete yönelmiş Kent Devlet kültürü lehine mükemmel koşullar söz konusuydu ve onlardan daha güçlü olup da karalarda hâkim olan rakipleri tarafından bile alt edilmeleri son derece zordu. Bu coğrafi koşullar, öncelikle Batı’nın en ileri medeniyetini (Atina) ve ilk imparatorluğunu (Makedonya) doğurdu.

Bununla birlikte, Yunan coğrafyası, bir açıdan da “lanet”lidir; çünkü engebeli ve aşılması pratik açıdan olanaksız Balkan Yarımadasının en ucunda yer alır; bu durum ise, onu, ticaret ve iletişim konusunda Akdeniz’e güvenmeye zorlamaktadır. Yunan kentlerinin hiçbirinin çok büyük bir hinterlandı bulunmamaktadır. Kıyılara yayılmış ve “kuşatılmış” görünümdeki bu küçük kentlerin savunulması ise, son derece kolay; birleştirilmeleri ise bir o kadar zordu. Yerel kaynakların yeterli düzeyde olmamasından dolayı da, daha geniş topraklara yayılmaları veya zenginleşmeleri neredeyse olanaksızdır. Bu durum, tarihi boyunca daha güçlü medeniyetlerle (özellikle de doğusundaki Marmara Denizi’nde yerleşik olanlar ve batısındaki Apenin Yarımadası’nın Po, Tiber ve Arno vadilerindekiler) birlikte yaşamaya alışmış olan Yunanistan açısından kilit bir olumsuzluk kaynağı olmuştur.

Yunanistan, Balkan Yarımadası’nın en güney noktasında, Avrupa kıtasının ise güneydoğusunda yer almaktadır. Burası, son derece dağlık bir yarımada olup, verimli mi verimli Pannonian Ovası’ndan güneye doğru uzanır. Yunanistan’ın anakarası, zamanında Peleponnes Yarımadası olarak bilinen bölgede yer almaktadır. Peleponnes yarımadası ise, günümüzde, insan eliyle yapılmış olan Korint Kanalı’yla ayrılan, eskisi gibi engebeli bir adadır.

Yunanistan’daki dağlar, sarp kayalıklar, derin boğazlar ve çıkıntılı zirvelerle tanımlanmaktadır. Yunanistan’daki ortalama rakım, Almanya’nın iki katı olup, Slovenya Alpleri ile yarışmaktadır. Yunanistan’ın kıyı bölgeleri de, son derece dağlık ve sarp bir yapıya sahiptir.

Bir haritaya baktığınızda, sayıları toplamda 6.000 kadar olan adalarıyla, Yunanistan’ı kolaylıkla tanırsınız. Dolayısıyla, Yunanistan sadece bir yarımada şeklindeki anakaradan oluşmaz; aynı zamanda neredeyse Ege Denizi’nin bütününü (doğuda Oniki adalar –ki içlerinde en büyüğü Rodos’tur- ve güneyinde Girit ile) kapsar. Yunanistan, aynı zamanda, en büyüğü Korfu adası olan batıdaki İyonya adalarını da topraklarının yanı sıra, Ege Denizi’nin orta noktasındaki binlerce adayı içine almaktadır. Adaların ve engebeli kıyı boyunun toplamı ise, Yunanistan’a dünyadaki en uzun 10. kıyı boyunu vermektedir. Bu bağlamda, İtalya, İngiltere ve Meksika’dan daha uzun bir kıyı boyuna sahip bulunmaktadır.

Kuzey ve kuzeydoğudaki dağlık engebeler, Yunanistan yarımadasının Avrupa anakarasından önemli ölçüde yalıtılmış olduğunu göstermektedir. Yunanistan, tarihi boyunca, doğal sınırlarını kullanarak, çıkıntılı topraklarını ülke savunması için bir avantaja dönüştürmüştür. Yunan ovalarına girmeye çalışan işgalci güçler ise, kıyı boylarındaki yüksek ve sarp engebelerle karşılaşmışlardır. Meşhur Termofil Savaşı, bunun en iyi örneklerindendir: 300 Spartalı ve ilave olarak 1000 Grek, yüz binlerce askere sahip bir Pers gücüne meydan okumuşlardır. Osmanlılar, Yunanistan’ı fethetme çabalarında, Perslerden daha iyi bir performans sergilemişler; ancak Yunanistan topraklarının iç bölümlerindeki devasa dağlık alanlardaki hâkimiyetleri, kilit önemdeki dağlardan ve dar boğazlardan geçişleri engelleyen Yunan çetelerinin de etkisiyle, kısa sürmüştür. Bu zamana değin, engebeli topografyası, Yunanistan’ın etkin ve merkezi denetimini neredeyse olanaksız hale getirmiş; bu bölgeyi bölgesel bir kimlikle sınırlandırmıştır. Bu yüzden de, posta gönderiminden vergi toplanmasına dek her şey (ki vergi konusu, Yunanistan’ın mevcut borç krizinde de temel bir etmendir), bir sorun haline dönüşmektedir.

Bununla birlikte, engebeli topraklar, beraberlerinde savunma açısından avantajlar da getirse de, aynı zamanda iki coğrafi engeli de ortaya çıkarmaktadır:

(1) Yunanistan, Avrupa anakarasına herhangi bir kara-bağlantılı taşımacılık yollarından büyük ölçüde mahrum bırakılmıştır. Yunanistan ve Avrupa arasındaki yegâne iki bağlantı, Axios ve Strimonas nehirleridir. Her iki nehir de, Ege denizine dökülmektedir. Axios (aynı zamanda Vardar nehri olarak da bilinir), kilit önemdedir; çünkü Morava nehrini Orta Sırbistan’a bağlar ve böylelikle de Axios-Morava-Tuna taşımacılık koridorunu oluşturur. Nehrin herhangi bir yanı, ulaşım açısından elverişli olmasa da, vadi yollarını kullanarak, Balkan yarımadasında seyahat edilebilir. Strimonas nehri ise, Yunanistan Makedonyası’ndan Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya dek uzamakta; burada ise Iskar nehri ile birleşerek, Balkan dağlarını aşmakta ve Romanya’dan geçen Tuna nehrine ulaşmakta ve burada bir ova oluşturmaktadır. Bu vadilerin hiçbiri, ideal bir taşımacılık güzergahı oluşturmaz; çünkü her biri, Yunanlıları, Avrupa ile bağlantı kurabilmeleri için Kuzey Balkanlardaki komşularına bağımlı olmaya zorlamaktadır. Ancak, böylesi bir durum, Yunanistan için tarihsel bağlamda arzu edilen bir durum değildir.

(2) Yüksek dağlar ve çıkıntılı kıyı boyları, verimli vadi ve ovalara çok az yer bırakmaktadır; ancak bu alanlar da, geniş halk topluluklarının yaşaması ve bir merkez oluşturması açısından önem taşımaktadır. Yunanistan’da, dağların oluşturduğu çok fazla sayıda nehir ve dere bulunmaktadır. Ancak, birçok tepenin aşırı eğimli olmasından dolayı, bu suyollarının büyük bölümü, yarımadanın içinde dar vadiler, geçitler ve boğazlar oluşturur. Bu bölgeler ise, kuzu ve keçi beslemek için uygun olup, geniş ölçekli zirai faaliyetlere olanak tanımamaktadır.

Ancak bu demek değildir ki, Yunanistan topraklarında ürün yetiştirecek yer yoktur. Tam tersine, Ege ve İyonya denizlerine akan nehirler, kıyıya açılan küçük vadiler oluşturmaktadır ve bu noktalar, ziraat için mükemmel koşullar yaratır. Sorun şudur ki, Yunanistan Makedonya’sı ve Thessalia dışında, bu vadilerin büyük bölümü, sınırlı bir alan üzerine kuruludur. Bu durum da, Yunanistan’ın niçin tarihi boyunca bölgesel bir kimliği koruduğunu açıklamaktadır: çünkü, her nehrin deniz ile birleştiği açıklıkta, tek bir Kent-Devleti için yetecek kadar gıda üretimi sağlanmaktadır; engebeli dağlık alanlar ise, anakara içinde farklı topluluklar arasındaki iletişimi zorlaştırmaktadır. Bunun tek istisnası ise, Yunanistan Mekadonyası’dır –yani, şu anda Selanik’in bulunduğu mevki-; keza burada göreceli olarak geniş bir ziraat alanı bulunmakta ve Büyük İskender yönetiminde, Batı’nın ilk gerçek imparatorluğunu oluşturmaktadır.

Sulanabilir geniş arazilerin bulunmayışı, anakara içindeki taşımacılık faaliyetlerinin zayıf olmasıyla da birleşince, sermaye oluşturma da zorlaşmaktadır. Her nehrin oluşturduğu vadi, sadece kendi bölgesel merkezine yetecek kadar gıda ve sermaye sağlar; tek bir ticaret limanına odaklanır; ancak bu durum, sadece, Yunanistan’ın bölgeselcilik zihniyetini güçlendirmeye hizmet eder. Her bölgenin bakış açısıyla bakıldığında, zaten sınırlı düzeyde yarattığı sermayeyi, merkezi bir hükümete vermenin herhangi bir mantıksal açıklaması bulunmamaktadır. Bunun yerine, söz konusu sermayeyi kullanarak, kendi başına bir deniz yeteneği geliştirebilir; böylelikle de Ege üzerinden gelecek gıda açısından kritik önemde bir yeti edinmiş olur. Bu durum ise, öyle bir tablo yaratır ki, herkes bir eşgüdüm ve sermaye yaratımı noksanlığından şikâyet ederken, eldeki kaynaklar da bağımsız işleyen deniz bölgelerine akıtılmaya devam eder. Eski Grek Kent-Devletleri’ne bakıldığında, çoğunluğunun bağımsız donanmalara bile sahip olduğunu görürüz. Yetkin bir donanma oluşturmanın, bir devlet için en maliyetli kalemlerden biri olduğunu düşünürsek, donanmaların gelişimi için böylesi bölgeselci bir yaklaşım benimsenmesinin, zaten sermaye açısından yoksul haldeki Yunanistan’a nasıl bir ek maliyet getireceği anlaşılacaktır.

Sermaye yaratımı noksanlığı, zaten, Yunan coğrafyası açısından en ciddiye alınması gereken unsurdur. Diğer Avrupa ülkelerinin aksine küresel sermaye akışlarından uzak bir noktada konumlanmış olan bu ülke, kendisini korumak üzere siper almış limanlarla çevrili halde bulur ve bu limanların çoğu da, dağlar ve sarp kayalıklarla korunmaktadır. Bu durum, Yunanistan halkının gelişimi ve kalkınması için gerekli koşulları da kısıtlamakta ve daha fazla sermaye üretme konusundaki yetersizliğine katkıda bulunmaktadır. Buna, dağlık bir coğrafyada bulunmanın verdiği bölgeselci kimlik yaklaşımı da eklendiğinde, Yunanistan, elindeki kısıtlı sermayenin etkinlikten uzak bir şekilde dağıtıldığı bir ülke konumuna düşer.

Düşük sermaye gelişimine ve yüksek maliyetli altyapı yatırımı gereksinimine sahip olan ülkelerde, genellikle, düzensiz bir refah dağıtımı söz konusudur. Nedeni ise, gayet açıktır: Sermayeye erişim olanağı bulanlar, aynı zamanda temel altyapıları da kurup, denetlerler; böylelikle de kamu ve çalışma yaşamında kararları onlar alırlar. Sermaye ithal etmek zorunda olan ülkelerde, bu durum daha da belirgindir; keza endüstri ve iş çevrelerini denetleyenler ve bu şekilde de ülke dışından nakit para getirenler, sabit altyapıları denetleyenlere kıyasla, daha büyük bir denetim olanağına sahiptirler. Ne de olsa, sabit altyapılar her an ulusallaştırılabilir; endüstri ve iş çevreleri ise, ulusallaştırılma tehdidini hissettikleri gibi, başka bir yere taşınabilirler. Böylesi düzensiz bir refah dağıtımının toplum içinde kemikleşmesiyle birlikte, ciddi bir emek-sermaye ayrışması (veya Avrupa bağlamında: sağ-sol bölünmesi) ortaya çıkar. İşte, bu yüzden de Yunanistan, askeri yönetim dönemlerinde onunla benzer altyapı ve sermaye sorunlarıyla ve emek-sermaye ayrışmasıyla karşılaşan Latin Amerika ülkeleriyle siyasi açıdan benzer özellikler göstermektedir.

Yunanistan’ın Kalbi Ege’de Atıyor

Yunanistan, sermaye yaratımının sınırlandırmalarına karşın, pahalı bir savunma yeteneği geliştirmekten ve bu şekilde Ege Denizi’ni denetim altında tutmaktan başka bir alternatif de bulamamaktadır. Daha basit bir şekilde ifade edersek, Yunanistan’ın kalbi, ne Thessalia’nın tahıl ambarlarında, ne de Yunanistan Makedonyası’nda atmaktadır. Yunanistan’ın kalbi, Ege’de çarpıyor; çünkü Ege Denizi, ticaret, savunma ve iletişim açısından Yunanistan’ın bağlantılarını sağlıyor. Ege Denizi’nin denetimi ise, Yunanistan’a, Karadeniz ile Akdeniz arasındaki ticareti etkileme gibi ilave bir yarar sağlıyor.

Yunanistan, Ege ve Girit sularını denetim altında bulundurmak için, takımadaları arasında iki kilit adayı denetlemek zorunda: Rodos ve Girit (ayrıca Oniki adalar). Bu adaları denetim altında tuttuğu zaman, Ege ve Girit suları, tamamen Yunan “gölü” haline geliyor. Atina açısından önem taşıyan bir diğer ada ise, Korfu’dur. Bu ada, Yunanistan’ın Otranto Boğazı’na erişimini; dolayısıyla da Adriyatik kaynaklı tehditlere karşı bilinçli olmasını sağlamaktadır.

Ege’deki başlıca adaların ve Korfu’nun ötesindeki her şey, Yunanistan’ın temel ulusal güvenlik çıkarları kapsamında bulunmaz ve sadece güç öngörüleri çerçevesinde bir önem kazanır. Bu stratejik bağlamda, Kıbrıs da, Türkiye’nin dikkatini çekmek ve onunla rekabete geçmek açısından önem kazanır. Kıbrıs üzerinde bir Yunan hâkimiyeti, İstanbul’un (ve daha sonra da Ankara’nın) geleneksel nüfuz alanlarından Doğu ve Mısır ile iletişimini de sekteye uğratır.

Öte yandan, Sicilya da, Yunanistan’ın güç projeksiyonları dâhilinde kapsama alanına giren bir noktadır. Yunanistan’ın geçmiş dönemlerde gücünün zirvesinde olduğu dönemlerde de, Sicilya sık sık Yunan işgaline uğrardı. Sicilya üzerinde kurulan denetim, Yunanistan’a, Batı Akdeniz’e açılan kilit bir geçiş yolunun anahtarını verir.

Ancak, günümüzde Sicilya veya Kıbrıs üzerinde güç projeksiyonlarında bulunmak, Yunanistan açısından son derece maliyetli olacaktır. Her ne kadar Yunanistan bunu zamanında Kıbrıs konusunda denemiş ve komşu ülke Türkiye’nin askeri karşı koyuşuyla karşılaşmış olsa da…

Sadece Ege Denizi’ni ve onlarca adasını denetim altında bulundurmanın maliyeti, çok fazla abartılmamalı. Yunanistan, devasa boyutlara varan donanma masraflarının yanı sıra, Türkiye ile sürekli rekabet etme gibi bir sorunla da karşı karşıyadır. Çünkü, Türkiye’nin varlığı, Yunanistan açısından halen bir varoluş tehdidi olarak algılanmaktadır.

Modern bağlamdan bakıldığında, bu durum, Ege üzerindeki hava üstünlüğünün önemini de vurguluyor. Yunan hava kuvvetleri, ülkenin ekonomik olanaklarının bile ötesinde bir filoya sahip olmakla övünmektedir. Birçok gözlemci ise, muharip pilotların, Avrupa’daki en deneyimli ve en iyi pilotlar arasında olduğuna inanmaktadır. (Bu pilotlar, düzenli olarak Ege denizi üzerinde Türk pilotlarla dalaşırlar).

Ancak, üst düzey bir askeri güce sahip olmak, bu askeri gücün devamlılığını sağlayıp eğitmek, Yunanistan’ın –hâlihazırdaki mali kriz öncesine kadar- GSYH’sının %6’sından fazlasını savunmaya aktarması anlamına gelir. Yani, diğer Avrupa ülkelerinin aynı alandaki harcamalarının iki katı! Mali kriz sonrasında ise, bu oranı %3’ün altına indirmekle yükümlü tutuldu. Yunanistan, kendi başına dâhili bir sermaye yaratımına sahip olamadığından, ülke dışından sermaye ithal etmek zorunda kaldı; ancak bu şekilde bu denli ileri bir ordunun varlığını devam ettirebilirdi. Öte yandan, oldukça cömert bir sosyal güvenlik sistemi ve engebeli bir coğrafyanın yarattığı, önemli boyutlara varan altyapı gereksinimleri de cabası. Sonuç ise, sadece Yunanistan’ı çöküşle tehdit etmeyen, aynı zamanda tüm Avro-bölgesini de onunla birlikte yok oluşa sürükleyen bir borç krizi olmuştur. Yunanistan’ın bütçe açığı, 2009 yılında GSYH’sının %13,6’sına erişmiş olup; hükümetin borcu, GSYH’nın %150’sine yaklaşmaktadır.

Yunanistan, böylesi bir mali karmaşaya geçmişte alışık değildi. Aslında, küresel bir süpergüç de olmuştur; ılımlı düzeyde bir müreffeh Avrupa devleti de… Bu izole edilmiş, sermaye yoksunu ülkenin nasıl bir evrim sürecinden geçtiğini anlamak için, fiziki coğrafyanın da ötesine bakmak, Yunanistan’ın tarihsel süreç içinde yer aldığı bu bölgenin politik coğrafyasını gözlemlemek gerekiyor.

Eskinin Süpergücünden…

Antik Yunan, Batı dünyasına ilk kültürünü ve felsefesini kazandırmıştır. Aynı zamanda, Peleponnes Savaşı’na dair Thucydides’in yazmış olduğu tarih kitabı ise, jeopolitik üzerine ilk araştırmalara esin kaynağı olmuştur. Bu tarih kitabı, uluslararası ilişkilerin başucu yapıtlarından biri olarak kabul edilir.

Antik Yunan dönemine kısa bir bakışta bulunmak, aslında bu dönemin ruhuna haksızlık olur; ancak yine de coğrafya etmeninin Yunan kent devletlerinin süper-güç haline dönüşmesinde nasıl bir rol oynadığını gözlemlemek için, kısa bir analizde bulunulabilir. Dönemin politik coğrafyası, bugünkünden son derece farklı bir görünüm sergilemektedir. Akdeniz, dünyanın merkezi konumundaydı ve Ege Denizi kıyılarındaki birçok Grek Kent-Devleti, Akdeniz’de “sömürgeci” seferler başlatabilirlerdi. Engebeli coğrafya ise, Kent-Devletlerin savunma gereksinimleri açısından uygun bir zemin hazırlıyor; güçlü rakiplerini mağlup etmelerine olanak tanıyordu.

Bununla birlikte, Antik Yunan dönemi, Yunanistan’ın siyasi bağımsızlık elde ettiği son dönem olmuştur. Dolayısıyla, Yunan coğrafyasının Yunanistan’ın stratejisini nasıl biçimlendirdiği konusunda bazı fikirler oluşturmamızı sağlamaktadır.

Bu eski döneme dair şunu unutmamalıyız: Ege denizinin denetimi, son derece önemliydi; tıpkı şimdi olduğu gibi… Peleponnes Yarımadası’nın aşılmasının olanaksız olması karşısında, Grekler, zorunluluk gereği, mükemmel denizciler haline geldiler. Ege’nin güvenliğini sağlamak da, Antik dönemde iki büyük Pers işgalini geri püskürtmek açısından önem taşımıştır ve karada yapılan her bir büyük muharebede, Pers tedarik ağlarını bölmek üzere tasarlanmış bir donanma gücü desteği de bulunmaktadır.

Varoluşlarını tehdit eden Pers tehlikesi ortadan kalktığında, Yunan kent-devletleri arasında en güçlüsü olan Atina, topraklarını yaygınlaştırarak İmparatorluk haline dönüştürmek üzere bir girişimde bulundu. Bu kapsamda, Ege’deki kilit adaların denetimi de söz konusu olacaktır. Söz konusu emperyal yayılma, Sicilya’yı işgal etmek ve elinde tutmak üzere yapılan uzun süreli bir sefer ile birlikte ortadan kalktı. Şayet Sicilya ele geçirilseydi, Doğu Akdeniz’in tümünün denetimi sağlanmış olacak; Kıbrıs da Pers denetiminden kurtulacaktı.

Her ne kadar Atinalılar Akdeniz’in jeopolitiğini iyi anlamış olsalar da, bir ülkeyi modern çağlara daha rahat taşıyacak türden bürokrasi ve iletişimle ilgili ileri teknoloji konusunda bir adım atmamışlardır. Atina’nın Kıbrıs ve Mısır’a yaptığı seferlerin geri püskürtülmesiyle birlikte, kent devletler arasındaki koalisyon çatırdamış; Atina’nın gücü de son bulmaya yüz tutmuştur. Dolayısıyla, salt bu örnekten yola çıkarak görülüyor ki, Yunanistan anakarasının denetimini sağlamak, son derece zor bir meşgaledir. Atina, başarısız bir kent-devlet konfederasyonuna öncülük yapmıştı; ancak bu temel, üzerinde bir imparatorluk kurulacak kadar yeterli bir denetim olanağı sağlamıyordu.

Bir dizi Peleponnes kent-devleti arasındaki sert geçen rekabetler, M.Ö. 4.yüzyılda bölgede bir güç boşluğu oluşturunca, bu boşluk derhal Makedonya Krallığı tarafından dolduruldu. Yunan bölgeleri arasında kültür, hükümet sistemi, felsefe ve sanat alanında en “geri kalmış” olarak bilinmesine rağmen, Makedonya, diğer kent-devletlerinin sahip olmadığı bir şeye sahipti: Axios ve Strimonas vadilerinin sağladığı devasa bir ziraat alanı. Peleponnes Yarımadası’yla kıyaslanabilecek büyüklükte bir araziden söz ediyoruz. Atina ve diğer kent-devletler, Türk boğazları ve Karadeniz’in ötesindeki bölgelerden hububat elde etmek için, deniz ticaretine bağımlıyken, Makedonya’nın kendi ziraat olanakları vardı. Aynı zamanda, mutlak otoriter yönetim şekli sayesinde, Büyük İskender zamanında küresel güç projeksiyonunda bulunmak üzere, Yunanlıların ağırlıkta olduğu ilk gerçek saldırıyı başlatmıştır.

Ancak, tüm bu çabalar da sonsuza dek süremezdi. Son kertede, Axios vadisi de, sadece Tiver ve Arno vadilerine değil, aynı zamanda Po vadisine de erişimi bulunan Roma’nın yükselişini engelleyecek düzeyde zirai kaynak sağlayamadı. Roma, sınırlarını ilk olarak, Yunan sahasında genişletmeye başladı; bunun için de Korfu adasını işgal etti. Bu adanın, batıdan yapılan işgaller konusunda son derece önemli bir hedef noktası olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz. Korfu’yu güvence altına alan Roma, kendisiyle Yunan anakarası arasındaki tek engeli de ortadan kaldırmıştı. Dolayısıyla, bir dizi askeri sefer sonucunda, M.Ö. 86 yılında Yunanistan’ın tümünün denetimini sağladı.

Yunanistan’ın Roma egemenliğine girmesi, sonraki iki bin yıl içinde de bağımsız bir birim olarak vakayinamelerde boy göstermesini de önlemiş; Yunan anakarası ve Peleponnes yarımadasının, -tıpkı Bizans ve Osmanlı döneminde olduğu gibi- yeniden hareketsiz ve durgun bir statüye geri dönmesine neden olmuştur. Selanik’in avantajı ise, Osmanlı İmparatorluğu egemenliğinde kilit önemde bir liman ve ticaret kenti olmasından ileri gelmektedir. Bizans dönemini Yunan jeopolitiği içinde ele almak cazip olsa da, kültürü ve dili temelde Grekçe olan Bizans’ın coğrafyası, Osmanlı İmparatorluğu’na kıyasla, çok daha elverişliydi. Bizans’ın merkezi, Marmara Denizi’ydi ve bu bölgeyi 15.yüzyıl ortalarına dek Osmanlılara karşı ellerinde tutmuşlardır.

Osmanlıların Balkanları fethi sürecinde, modern Yunanistan topraklarının fethi, sonradan düşünülmüştür. 14.yüzyılda Osmanlı’nın Maritsa vadisi boyunca ilerleyişi sonunda, Bulgar ve Sırp krallıkları yıkılmış; Osmanlılar da kalan Bizans topraklarını konsolide etme noktasına odaklanmaya başlamıştır. 15.yüzyıl ortasında da, Anadolu’daki Moğol işgallerinin neden olduğu kısa bir siyasi boşluğun ardından, Konstantinopolis’i fethetmişlerdir. Yunanistan, Balkanların geri kalan bölümünden ayrıldığı için, ilk aşamada Osmanlılar tarafından fethedilememiştir. Bununla birlikte, Osmanlı, Yunanistan’ı çevreleyen kara ve deniz yollarının tümünde bir egemenlik kurmuştu.

… bugünün Tabi Devletine

Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi, Yunanistan çevresinde yeni bir siyasi coğrafya yaratmıştır. Bu durum ise, Yunanistan’ın bağımsızlık ve güç kazanmasını olanaksız hale getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, tüm Balkanlara egemenliğini yaymak konusunda etkileyici bir başarı gösteren siyasi bir birimdi. Bununla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak Yunanistan, her ne kadar Yunanlı yöneticiler İmparatorluğun değişik vilayetlerine yönetici olarak atanmış olsalar da, bu ülke, Osmanlı’nın savunması veya hazinesi açısından çok büyük bir önem taşımamaktaydı. Dolayısıyla, Yunanistan’ın önemi, daha sonraları ortaya çıkmıştır.

Güneydoğu Avrupa’daki siyasi coğrafyanın tam olarak ne zaman ve nerede değişmiş olduğunu araştırırsak, 11 Eylül 1683 tarihinde, akşamüzeri saat 17.00 sularında, Viyana yakınlarındaki muharebe meydanlarında buluruz kendimizi… Bu tarihte ve bu noktada, Leh Kralı III. Jan Sobieski, Viyana kuşatmasına başlayan Osmanlı güçlerinin karşısına tarihteki en büyük süvari sınıfını çıkarmıştır. Sonuç, İstanbul açısından sembolik bir mağlubiyetle sınırlı kalmamış; aynı zamanda Tuna ve Slovakya’daki Morava nehirlerinin Alpler ve Karpatlar arasında yarattığı Viyana boşluğunu kapatmada bir başarısızlık anlamına gelmiştir.

Viyana boşluğunu ele geçirmek, Osmanlıların, imparatorluğu savunmak üzere askeri kaynaklarına odaklanmalarını, Balkan hinterlandını geliştirmeye odaklanan kaynakları serbest hale getirmeyi sağlayacaktı. Pannonian ovası, Tuna sayesinde verimli ve sermaye-zengini bir bölgedir ve bu ovanın varlığı da, ilave bir kaynak sağlayacaktır. Osmanlı İmparatorluğu, Viyana yenilgisinin hemen ardından çökmedi elbet; ancak Balkanlardaki boğucu hakimiyeti, yerini, ona meydan okumaya hazırlanan iki yeni güce bırakmaya başladı: Rusya ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları.

Osmanlı İmparatorluğu, Viyana boşluğunu güvence altına almadığı için, kuzeybatıdaki doğal sınırlarına kavuşamamıştır. Viyana’dan başlayarak, Tuna ve Sava’nın denize aktığı noktalar arasındaki bölge, ki bugün Belgrad’ın yer aldığı alandan söz ediyoruz, Pannonian ovası olarak adlandırılmaktadır ve bu ovanın, nehirlerin yarattığı bir istisnadan dolayı herhangi bir sınırı bulunmamaktadır. Dağlık Balkanlar bölgesi de, belirli bir koruma olanağı sağlasa da, Osmanlıların bu bölgeyi gerekli zaman ve kaynaklar olmaksızın denetim altında tutması, son derece zor olacaktır. Dolayısıyla, Viyana’nın kaybı, Balkan yarımadasının bazı bölgelerini, Batı’nın –ve özellikle de Rusya’nın- nüfuz alanına ve çıkarlarına açık hale getirmiştir. Ayrıca, Batı’da filizlenen milliyetçilik fikirleri de, bu topraklara rahatlıkla süzülmeye ve Fransız Devrimi’nin ardından büyük bir hızla kıtaya yayılmaya başlamıştır.

Osmanlılara karşı ilk isyan bayrağını açan, 19.yüzyıl başında Sırbistan olmuştur. Bunun ardından, Yunanlıların mücadelesi başlamıştır. Yunanlıların 1820’li yıllarda Osmanlı karşısındaki ilk isyanlarının bastırılmasında, Mısırlı güçlere başvurulmuştur. Avrupalılar ise, Hıristiyan inancındaki Yunanlılara yardım etmede ilk aşamada tereddüt etmişlerdi; çünkü milliyetçi bir isyanın yarattığı bir örnek çok-etnisiteli Rusya ve Avusturya-Macaristan veya emperyal Birleşik Krallık açısından memnuniyetle karşılanmayacak bir örnek olurdu. Son kertede, Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından yararlanarak, bu üç güçten birinin Doğu Akdeniz’e erişim olanağı sağlaması olasılığı karşısında son derece korkuyorlardı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rusya’nın Balkanlar hakkında birtakım planları olsa da, daha yerleşik Avrupa güçlerinden Birleşik Krallık, Fransa ve (daha sonraları, 19.yüzyılda) Almanya, Viyana ve St.Petersburg’un herhangi bir topraksal kazanç elde etmesini sınırlandırmak istiyorlardı. Çünkü, Birleşik Krallık açısından, Rusya İmparatorluğu’nun Akdeniz’e erişim elde etmesine izin vermemek, yaşamsal önemdeydi.

Yunanistan, Osmanlılara karşı açtığı savaşın 1832 yılında sona ermesiyle birlikte, Batı açısından jeopolitik olarak hayati bir önem kazandı. Öncelikle, Britanya açısından önemliydi; çünkü Balkanlarda herhangi bir büyük gücün müdahalesi karşısında kendisini siper eden Britanya’nın, Korfu, Girit ve Kıbrıs adalarında –farklı dönem ve farklı kapasiteler eşliğinde- varlığını sürdürmesi gerekiyordu. Bugüne kadar, Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’ta halen askeri üsleri bulunmaktadır ve bu üsler, Britanya yasalarına tabi tutulmaktadır.

Öte yandan, Yunanistan, ABD’nin Sovyetleri çevreleme stratejisinin bir parçası olarak, hayati önem kazanmıştır. ABD, Yunanistan üzerinde nüfuz elde edebilmek için, 1946–1949 yılları arasındaki Yunan İç Savaşı’na müdahale etmiş; İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Yunan donanmasına gemi temin etmiş; Yunanistan ve Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girmesi için öncülük yapmış; 20.yüzyıl boyunca da Yunanistan’ın savunma masraflarını üstlenmeyi sürdürmüştür. Yunanistan’da kısa süren ve “Generaller Cuntası” olarak adlandırılan (1967–1974) askeri yönetim sırasında bile, Yunanistan’ın NATO üyeliğine bir halel getirilmemiştir. Aynı şekilde, diğer NATO üyesi olan Türkiye ile 1964 yılında Kıbrıs, 1974 yılında yine Kıbrıs, 1987 yılında Ege Denizi ve 1996 yılında Ege’deki ıssız bir ada üzerinden çıkan sorunlar da, NATO üyeliğini olumsuz yönde etkilememiştir.

Birleşik Krallık ve daha sonra da ABD, Yunanistan’ın savunma masraflarını üstlenmek ve bu ülkeye yeterince sermaye sağlayıp, bağımsız bir devlet olarak Batılı yaşam standartlarına erişmesine olanak vermek konusunda oldukça hevesli davranmışlardır. Yunanistan ise, bunun karşılığında, Rusya’nın ve daha sonra da Sovyetlerin Akdeniz havzasına erişimlerini önlemek konusunda Batı açısından kilit bir mevzi sağlamıştır.

Jeopolitik Zorunluluklar

Yunanistan’daki mevcut durumu tartışmaya açmadan önce, Yunanistan’ın coğrafyasını belirleyen beş stratejik zorunluluğa kısaca değinebiliriz:

- Anakarada yaşayan halkların savunma ve iletişim ağlarının sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla, Ege Denizi’nin güvenliğini tesis etmek;

- Korfu, Girit ve Rodos’un denetimlerini sağlamak; denizden herhangi bir işgalle karşılaşmalarının önünü kesmek;

- Axios vadisindeki zirai faaliyetlerin devamlılığını ve bu vadi üzerinden Avrupa anakarasına geçiş imkanı elde etmeyi sürdürmek;

- Yunanistan anakarasının içinde mutlak gücü sağlayıp; bölgesel güç odaklarını ve çeteleri ortadan kaldırmak; devletin gereksinimleri doğrultusunda vergi toplayıp sermayeyi tek elde toplamak; ve

- Doğu Akdeniz’i egemenliği altında bulundurmak amacıyla, Kıbrıs ve Sicilya gibi adalara denetimi yaygınlaştırmak (ancak, bu zorunluluğu, Antik dönemlerden beri yerine getirememiştir).

Bugünün Yunanistan’ı

Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte Sovyet tehdidinin ortadan kalkması ve ardından Balkan Savaşlarının da sona ermesiyle birlikte, bölgenin politik coğrafyası yeniden değişmiştir. Bu kez ise, söz konusu değişiklik, Atina aleyhine olmuştur. Batı’nın bölgedeki gelişmeler karşısında ilgisini yitirmesiyle birlikte, Yunanistan da stratejik ortak statüsünü kaybetmeye başlamıştır. Sadece bunu yitirmekle kalmamış; aynı zamanda, sermaye yetersizliklerinin üstesinden gelmesi için gereken siyasi ve ekonomik destek de, bir anda ortadan kaybolmuştur.

Bununla birlikte, bu gelişmeyi Yunanlılar dışında herkes önceden sezinlemişti. Ülkeler, jeopolitik açıdan önemlerini yitirdiklerini zor kabullenirler. Atina da, ilk başta bu durumu kesin bir dille reddetti. Bunun yerine, dünyanın birinci sınıf ülkeleri arasındaki yerini korumak için elinden geleni yaptı; en gelişmiş askeri teçhizatları edinmek için önemli miktarlarda para ödünç aldı; Avro-bölgesine kabul edilebilmek için sunduğu mali kayıtlar ise, gerçeklikten uzaktı.

Hâlihazırda süregelen borç krizine ilişkin tartışmalarda, özellikle de Batılı-Avrupalı basında, Yunanlıların bu duruma düşmelerinin ardında, tembellikleri, harcama alışkanlıkları ve sorumsuz davranışları gösteriliyor. Ancak, sermaye-yoksulu bir çevre yaratan bir coğrafya ile ve kalbi olarak nitelendirdiği Ege Denizi’nde ona meydan okuyan ve varlığını tehdit eden bir Türkiye ile karşı karşıya kalan bu ülkenin, borçlanmadan başka bir seçeneği de yoktu. Çünkü, batılı Patronları, artık ona yüz vermiyordu. Öte yandan, yaşam standardı açısından diğer AB devletleriyle aynı düzeye gelme çabaları, Yunanistan’ın mali çöküşünde önemli bir rol oynamıştır; ancak diğer yandan, tüm bu yaşananlar, yan kapıda giderek modernleşen bir Türkiye manzarası karşısında kendini ispat etme çabası olarak da okunabilir.

Yunanistan, günümüzde, artık beşinci sıradaki jeopolitik zorunluluğunu –Doğu Akdeniz üzerinde egemenlik kurma- yerine getirmeye dair rüyalar bile göremeyecek hale geldi. Hatta dördüncü zorunluluk bile sorgulanır hale geldi; özellikle de Yunanistan’ın vergi toplama konusundaki yetersizliği düşünüldüğünde… Yunan ekonomisinin yaklaşık dörtte birinin “gölge” sektör denen, kayıt-dışı alanda faaliyet gösterdiğini de unutmayalım. Bu sektörün formel ekonomi içindeki ağırlığı, dünyanın kalkınmış ülkeleri arasındaki en yüksek düzeye işaret ediyor.

Ege Denizi’nin denetimini sağlamak ise, Yunanistan açısından en önemli zorunluluk olmayı sürdürüyor. Konuyu bir adım daha ileri taşırsak, Yunanistan açısından sorun, oldukça azalmış jeopolitik rolünü kabul edip edememe noktasında düğümleniyor. Ancak, bunun yanıtını da, kendisi veremeyecek; Türkiye’nin benimsediği stratejilere bağımlı kalacak.

Türkiye, nüfuz alanını Balkanlara, Orta Doğu’ya ve Kafkaslara yaymaya çabalayan ve giderek yıldızı parlayan bir jeopolitik güç… Türkiye’nin hedeflerini Ege denizine odaklayıp odaklamayacağı veya bunun yerine diğer çıkar alanları üzerine yoğunlaşmak için Yunanistan ile bir anlaşmaya gidip gidemeyeceği de, ayrı bir soru olarak beliriyor.

Son olarak, Yunanistan’ın, yeniden bir veya birkaç büyük güç açısından yararlı bir ülke olma yollarını bulması gerekiyor. Veya, Türkiye ile sürdürülebilir bir barış ortamı yaratmalı ve elindeki jeopolitik araçları kullanarak yaşamını idame ettirmeyi öğrenmeli. Her halükarda, önümüzdeki üç yıl, Yunan tarihinde belirleyici yıllar olacak. Uluslararası Para Fonu IMF ve Avrupa Birliği’nin ortaklaşa sağladıkları 110 milyar Euro’luk kurtarma paketi, Yunanistan açısından ciddi bir kemer sıkma politikasını da beraberinde getiriyor ve bu önlemler, ülkede belirli bir istikrarsızlaştırma durumunu da doğuruyor. İMF ve AB’nin aldığı ortak tedbirler, merkezi hükümeti biraz daha güçsüzleştirecek ve denetim gücünü sekteye uğratacak. Yakında GSYH’nın %150’sini aşacak olan hükümet borçlarında temerrüde gidilmesi gibi seçeneklerden söz ediliyor.

Avrupalıların tam olarak ne zaman Atina’ya verdikleri desteği geri çekecekleri sorusu ortaya atılabilir. Bunun yanıtı da, muhtemelen, Yunanistan’ın Avrupa’nın geri kalanı için sistematik bir risk oluşturmayacağı zamandır. Bu noktada, uluslararası sermayeye veya daha fazla kurtarma paketine erişim bulamadığı zaman, Yunanistan’daki siyasi denetimin tamamen çöküp, sosyal şiddetin tırmanışa geçeceği öngörülebilir. 1970’li yıllardaki askeri cuntadan bu yana görülmemiş bir durumdan söz ediyoruz. Dolayısıyla, Yunanistan, kendisini daha önceden tanıdık olduğu bir durumla karşı karşıya görme olasılığı söz konusudur. Ve, bu ülke, 1820’li yıllardan beri ilk kez, gerçek anlamda, yalnız başına kalmıştır… (ABD merkezli düşünce ve istihbarat kuruluşu Stratfor)

Kaynak: http://www.stratfor.com/memberships/166008/analysis/20100627_geopolitics_greece_sea_heart



Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Yükleniyor